Bu masalı anlatan desin, “Yirmi dakika yürümüş Karem…” Siz deyin, “Yirmi gün yürümüş…” Sonunda, som altından yapılmış, kocaman bir saray çıkmış karşısına. Küçük Kerem’in annesiyle babasını görüp görmediklerini sormak için çalmış kapıyı. TOK TOK DA TOK TOK!
Gıcırdayarak açılan kapıda iri cüsseli, kalın dudaklı, kulaklarında kocaman halka küpeler olan, mavi kot pantolonlu bir Arap Cin belirmiş. Kıvır kıvır saçları boncuklarla bezeliymiş. Kot ceketi kocaman göbeğini kapamaya yetmese de ona pek şık bir hava veriyormuş.
Cin, Karem’i uzun uzun süzdükten sonra, – Ne istersin, ey tuhaf görünüşlü yolcu? diye sormuş.
– Amanın da amanın, demiş Karem. İki insancık aramaktayım, Cin Arap’ım. Biri adam, biri kadın… Gördün mü onları buralarda?
– Ah ki ah! Bir adam bir kadın bilirim de, onlar aradıkların mıdır bilemem, ey tombul yolcu… Nasıl kişilerdir aradıkların?
– Amanın! Bir anne, bir de baba… Küçük Kerem’in ailesi… Büyülü bir ayna yutmuş ikisini… Onları bulup çocuklarına kavuşturmak istiyorum, Cin Arap’ım.
– İyi yürekli insanlar mıdır aradıkların?
– Amanın! Kerem’de öyle güzel bir yürek var ki… Sadece iyi yürekli insanlar nakış gibi işleyebilir çocuklarını. Anlayacağın, onları tanımadım, ama biliyorum iyi insanlar olduklarını.
– Ah ki ah! Vah ki vah! O iki iyi insan değildir benim tanıdıklarım. Benim tanıdığım adamla kadın bu sarayın sahipleridir. Gördüğün uçsuz bucaksız topraklar onlarındır. Benim sahibim de onlardır… Ah ki ah! Vah ki vah! Üstelik onlar pek kibirli, pek aç gözlü, pek kötü yüreklidir.
Koca Arap başlamış çocuklar gibi ağlamaya. Dağlar görse bu ağlamayı “çat” diye çatlar; denizler görse dalgalarından utanır; yağmurlar görse sağanağını kıskanır… Karem de dayanamamış. Gözleri dolmuş üzüntüden. İçi buz gibi olmuş.
– Amanın da amanın, demiş. Ne oldu sana Arap’ım? Niye böyle seller gibi çağlarsın, gökler gibi ağlarsın?
Burnunu çeke çeke,
– Sorma ki sorma, ey komik suratlı yolcu, demiş Arap. Bir dert var ki başımda, ne dost başına, ne düşman başına!
– Amanın! Nedir derdin koca dudaklı Arap’ım? Anlat da dermanı beraber arayalım.
– Ah ki ah! Ben aslında bir sihirli lamba ciniydim, ey merak fıçısı yolcu. Yüzyıllar önce kötü bir cadı tarafından hapsedildiğim lamba içinde yaşar, kurtulmayı beklerdim. Özgür kalabilmem için lambanın yüzeyinin okşanması gerekiyordu. Ancak o zaman dışarı çıkabilecek, kurtulmamı sağlayan kişinin üç dileğini yerine getirdikten sonra özgür kalabilecektim…
– Amanın da amanın… sonra neler oldu?
– Günlerden bir gün, sözünü ettiğim karı koca lambayı buldu. Kurcalarken dışarı çıkmamı sağladılar. Ben de keyifle karşılarına geçip, üç dileklerini gerçekleştireceğimi söyledim. O zamanlar fakir birer köylü olan bu uğursuzlar aralarında fısır fısır bir şeyler konuştuktan sonra, tüm bu topraklara sahip olmak istediklerini söylediler. Hooop, ilk isteklerini yerine getirdim. Sonra her tarafı som altından oluşan bir saray dilediler. Hooop, bu gördüğün harika sarayı yapıverdim hemencecik. Sıra üçüncü ve son dileklerine geldiğindeyse… Ah ki ah! Üç yeni dilek hakkı daha istediler benden. Şaştım kaldım. Ama başka bir şansım olmadığı için, çaresiz kabullendim. Yeni haklarında, en iyi terzilerin dikebileceğinden de güzel elbiselerle yüz güzelliği istediler. Onları da gerçekleştirdim. Ama sonuncu haklarında bir kez daha üç yeni dilek istediler… Ah ki ah! Vah ki vah! O gün bugündür hep aynı şey… Son dileklerinde üç yeni dilek hakkı daha istediklerinden bir türlü özgür kalamadım. Yıllardır ev işlerinde bile kullanıyorlar beni. Çamaşır bulaşık yıkamaktan, yemek yapmaktan, koca sarayı köşe bucak temizlemekten bıktım usandım artık, ey dert dinleyicisi yolcu.
Kardan adam Karem, tekrar ağlamaya başlayan Arapçığın sırtını sıvazlayarak,
– Amanın da amanın, demiş. Vah benim kadersiz Cin Arap’ım! Acaba seni kurtarmak için nasıl bir plan kuralım?
(…)